Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

var olmanın iyi zamanları

Öyle şeylerin peşindeyiz ki, o şeylerin görünen dünyada yeri yok. Görünmeyen tarafında yaşar onlar ve kendi halinde. O kadar sıradan ve gerçek. Kocaman maskelerin ardından çıkan küçük çocuklar mı büyütmek zorunda olduğumuz, yoksa anlaşmak bu kadar zor olmamalıydı. Dayattıklarımız kadar yükleriz hep, yorduğumuz kadar yoruluruz. Evet bir olmak, kurmak ve yaşatmak yalakası olduğumuz, doğrudur, aşkın değil var olmanın yalakasıyız bazen. Çünkü aşk her türlü zayıflığımıza veya yalnızlık korkumuza koyduğumuz isim olabilirken, var olmak anlaşmak gibi işler insanın içine. Ve başkalarınınkinden çıktığımız zaman yaşadığımız acılarda bile bir huzur vardır. Ya da bazen işte,belki de bazenin yalakasıyız.

Hangi kedilerdensiniz

Almadovarın çirkin kadınlarıyız hepimiz. öyle özel bi durum yok. Bildiğin mal mal yaşıyoruz. Zaman zaman dalga geçip, zaman zaman teslim. Teoride herboku bilen ama bazen hormonlarıyla ezilen, kaburgasından oluştuklarımızdan hallice algılama seviyesinde ama kavrama noktasında sürekli düşünen. Zaman zaman soysal zaman zaman sosyal. Bunu belki ancak bir kişi anlar. İşin hep en zoru anlaşmaktır. Bazıları anlaşılmadıklarını bildiklerinde bırakır. Bazıları zorlar. Herkesin önceliği farklıyken, farkındalık bazen sadece kendine özgüyü tercih ettirir. Vücudundaki aşağılamaya dair her şeyi silersin. Hisleri bilirsin, hayatta kalmaktır içgüdün. Boşuna gitme oralara. Var olamazsın. Durmakla ilgili şair olduğum günlerde ego ile hareketi eşitlerim. Egoları bastırmanın içsel samimiyetimi koruduğuna inanan yabani içgüdülerim vardır. Bir de toplum hareketi halindeyken alınan bilgilerle gelişen egonun insanlarda yarattığı tahammülsüzlüğe inanırım. Çünkü her şey algı ve bakış açısından geçmektedir o

an, anlam ve anlaşmak. ve bir o kadar sik, siklem ve sikleşmek.

Hani bir kıza kötü yola düştüğü için acınır ya.  O ney la?  Kim nereye düşüyor?  Ve düşenin arkasından kim bakıyor?  kim acıyor ve, Hangisi yargılıyor? Uzun kıvırcık mı saçı? Bugün onu bir bulsak ve ağlasak.  Düşmeyip de acıyanın arkasında kim var?  Kim belirliyor senin dünyadaki yerini?  Küçük yaşantım minnacık yaşamlarla bulanıyor.  Bulantılar hep kendime dair,  Bakıyorum da herkes bituhaf yaşıyor.  Para ve ilgi her daim göz boyuyor. şaşırmıyorum. Ve ben de bakıyorum. Denk olmanın bu kadar zor olduğu bu dünyada, Birey olmak bir yalandan ibaret.  Hangi kadın görmüş ki kendisiyle savaşmayan bir erkeği, ve tam tersi ve hangi insan kendi olmuş, herkesin dışına çıkmış,  kim ne yapmış, ve hangi koşul beliriyor bu gerçeği?  bence insanoğlu tümden bıraksın bu işleri.

sistem buna yanlızlık diyor

Olsa da olmasa da dedigim her yerde Aynı şekilde aynı halde Hiç bir şey olmayı ve hatta hiç bir umut beslemedigim o yerdeyim. Günümüzün prozac etkisi dediği cinsten hiç bir şeyin farketmediği ama mutlulugun tek parametre oldugu yer işte tam burası. Bak buradayım ve ben ve ben Anlam ve geçmiş Çağrışımlar uzak ve an sadece burada ne gelecek var ne geçmiş hislerimde anason barıştıgım ve anlaşılamadıgım bu yer hem mabedim hem dogdugum an Şimdi

hatırlamak, istemek, inanmak ve olaylar

İnsanların kendilerine, dolayısıyla birbirlerine olan güvenlerini sarsarak egoyu dürtmek kapitalizmin insanı en büyük mal yerine koyuşu olsa gerek. Kısır döngünün haddi hesabı yok zaten dünyada. Anlamadığını kötülemek gibi, ama gerçekten anlamadığını, hiç anlamaya çalışmadan. Kendini bıraktığında bahsetmek istediğin düşlerin, ancak eşitlikte gerçek gibi oluyor.Birbirimizi inandırdığımız kadar gerçeğiz. Bunu hiç bilmemeli belki. Ya da herkes bilmeli. Belki de bunun üstüne gitmeli. Oradan yürümeli. Yapa yapa, göre göre, duya duya edindiğimiz tecrübeleri içimizdeki iyiyle yoğurmak hislerimizin işi. Zeka mıymış bu yarışın kazananı, hep düştüğünüz yalanlar gibi. En başta kendini kabul etmek aslolanı. Yoksa ağlarız hep düzene. Kimi terk edildim diye düzende, kimi olmadığını bildiği düzenleri kurmaya çalışırken, sızlanma doludur bütün odalar. Yıllar sürer belki kabul etmek, bazısı kabul etmiş doğar, veya büyür, hiç kabul etmeyen zaten ölür. Ya da çıldırır. Belki de deliler yaşar sadece bu h

Neşesi Yeter

Dünyanın zor olmaları hep anlaşılmayla alakalı. Birileri tutsa ya hep elimizden bazen. Gün olur yapayalnızlığın gözüne vurursun ama çoğul, gün olur yapayalnız düşünürken kendini bulursun ama çoğul. Barışı sağladığın günlerde bir miktar daha fazla olursun. Bir türlü çıkış olabilir, başkalarının doğrularını kabullenmek. Hani içine sindiremeden. Oysaki güven başka bişey ile alakalı, sağduyuda saklı, öbür türlü sevgilerin gösterişten öte yeri yok bu dünyada. Güçlü olan mı kazanıyor yoksa para ondan mı şişmanlarda. Ya da çalışkanlar gibi ne ürettiğine bakmadan üretmek mi lazım hayatta? Barışık olmak bile kendinle alakalı değil mi? Bıraksak biz olur muyduk, bu türlü mücadeleyi. Düşünmek bile güzel olduğunda güzel bu dünyada. Ne ara sokuyoruz kendimizi olmadığımız kafalara? Anlaşılmamak ne ara üzüyor bizi bu kadar? hayatta tecrübe ile oluşan histen ötesi yalanken. Hayatta gözlemle oluşan mantıktan ötesi planken. Düzgün olmak bile göstermelik bir çabayken bu yarışta, diller farklı söylerken

ne tatlıdır çözmek

Saçma görünen herşeyin bir anlamı var. birilerine göre. Çoğunluk mu belirliyor gerçeği, deneyimlerimiz mi hislerimiz mi veriyor bize bu hakkı. kızgınlık ilk başta en kolayı. bu seviyeyi geçtik önce. Hayatın bazenlerinde problemler var. Teraziler eş değil, ağırlıklar denk değil, eşit değil yargılar. En güzel bazenlerse hep güvenden geçer. Gece, gündüz, soğuk, sıcak fark etmez hiç ruhuma. Güven dolu kafalara dış etkenler işlemez. Ve bazı şeyler peşini bırakınca kendiliğinden sürmez. Hayat gibi, neşe gibi, aşk gibi. sürekliliğini kaybetmek bitmek demek değildir. hayattaki bazenler bütün işleri değiştirir. işte buraya ulaştık. güven sürekliliği zorlar. barıştırır. güven hislerle oluşturulup alınan en mantıklı karardır. bana göre.

İtin rüyası

Yok olsam Sadece ben Klişe varlığım yokoluşa teslim olsa Hiç olma rüyası, yine yeniden her gün. Amaçsız döngümüzde kahkahaları gözyaşıyla ayıran tek bir gerçeklik bile yok. Dünyanın barındırdığı güzelliklere bu kadar uzak, ama dünyevi güzelliklere bu kadar ve yakın olmanın acısı içindeyim. Yaşamın ne olduğunu bilip itaat edemeyenlerdenim. Yırtmaya çalıştığım koza kendi varlığım olmuş. Yaşadığım her anın aksini de yaşadım. Sadece anlardan ibaret karaktersiz etler miyiz biz. Tutarlılık ve denge zamanın neresine sıkışmış ve insanları birbirilerinden ne ayırıyor acaba? Kendi hayatıma dair neyi değiştirebilirim ki? Çünkü ben bir çok şeyi aşk ile istemiş; ama hep arkasından bakakalmış biriyim. Duygusal tırmanışlarımda kimsenin sıcak omzu saklı değil; çünkü hep en derinimdeki duyguyu çağırdım. Oysa ki ben de artık kurtulma planları bile yapamayan gerçekaltı bir insanım. Hiç nefes almadan inandım ve kaybettim. Aşkla sevdiğim, zaman kapanı olmaksızın sadece gerçek olsun istediğim

Dalgalı Baff

Açgözlülüğüm sadece bir ine bakınca köreliyordu. Olduğum şey öyle vahşiydi ki beni aşk dizginleyebilirdi. Bana rağmen beni ele geçiren. Hep yarına dair büyük umutlar büyük hisler vardı içimde. Yarın yok, umut yok. Umut hayatın kendisi, fazlası değil. Aşk açgözlülüğün afyonuydu. Şimdi bu kadarını bilerek nasıl yenilenebilinir? İlerlemek değildi amacım, ne varsa yaşatacak bir ben ve aşk. Göz ardı edilen ise el alışkanlıkları ve zamandı. Zamanlarım tutmadıkça daha da açgözlülük bürüdü gözümü. Mutlu olmak için hiç durmadan kahkaha istedim, arsızlaştım. Oysaki aşk hep tek olmuştu benim için. Hep O vardı. Ben ise ilahi köle. Sonuna daha yaklaşmamışken, en zoruna ulaştım. Denge şarttı kendimden sorumlu olmak için ve gözlerimi kapatabileceğim hiç bir yerim yoktu. Eski hevesler hatırlatıyor kendini. Geçmiş etkisiz, gelecek bağımsız. Başa dönmüş değilim; başı neresiydi bilmiyorum. Zamana dair ise başlangıçlar işlevsiz. Aşkı anlarda arıyorum; fakat bu uçuculuk neden. Aşkın iç

her şey sonradan dalgalanıyor. piyasaya baksana.

Süreklilik diye bir şey yoktur belki Sürdürülebilirlik var şimdi Bir de bazenler Tutunduğum bu gibi maddeler Minvaller gibi Bana her şey tuhaf bazen Ben yabancıyım zaten Sevgisi bi tuhaf Maddede aradığım manaların hepsini insanda bulduğumu bilerek Peşinden giderim. Hangimiz daha çok yaşarız Ve hangimiz iddia edebiliriz neyin gerçek olduğunu Söz konusu elle tutulmuyorsa Haksızlık bile kişiye göre değişirken Adalet kendini inandırdığın kadarken Beyaz bayrak hep kapımda. Buna göre öngördüğüm olaylar var Olmasını beklediğim her şey Bir anda olmaz olur. Tecrübe beyinden çok, hislerle edinilir. Tuhaf gibi ama değil. Anarşizme giriş olabilir Kendi fikirlerini oluşturmak Ama onlara o kadar da sıkı tutunmamak. Çok ileri gitmek demek, Sınırları aşmak, bir şeyleri yıkmak çoğu zaman Her zaman var mıdır o inanç? Yoktur. güç inanca bağlı bir mekanizmadır. Bağırmayı sevmiyorum. Bağırtmayı sevmiyorum Bazen bana cevaptır sessizlik Bazen ceza Bazen de bir kahkaha neş

Kafalar sonradan dalgalaniyor

Türkçede “eşit” kelimesinin kökeni eş; yani arkadaş, dost anlamına dayanır. Köken itibariyle bakıldığında bile öz olarak iki farklı şeyin ortak herhangi bir çerçevede bir arada olma durumudur. İnsanoğlu bağlamında konuya baktığımızda ise, yaradılış olarak her şey birbirinden farklıdır. İşte tüm dünya siyasetine ve uluslararası hukukta çelişki yaratan nokta burasıdır. Tüm insanların tek ortak yanı görünüş ve davranış itibariyle “insan” olmalıdır. Bu tek ortak platform doğal olarak küreselleşen ve ekonomik fayda odaklanan dünya siyaseti için yeterli gelmemektedir. Keza 16. yüzyılda yerlilerin insan kategorisine girip girmediği uzun yıllar tartışılmış, modernite kılıfıyla daha sonra bu ayıbın üstü örtülmüştür. Oysa ki sömürü ülkelerindeki insanları asla kapsamayan güçlü devletlerin esaslarını dayandırdıkları anayasalar; iktisadi ve beşeri açıdan sömürü devletine sağladıkları faydaya rağmen eşit insan kategorisine giremeyen insanların durumunun hukuksal olarak meşrulaşmasıdır. Tıpkı bu örn